BÖLÜM 1
bir varlığa yakıştırabileceğimiz şeyler onlar hakkında düşündüklerimizin bir yansıması olabilirdi ancak. fakat bu sefer fikirler bana ait değildi. benim varlığım dışlanmış, sıfatlar kendi yollarını var olmayan bir dünyanın öncülüğüyle bulmuşlardı. o’nun ensesine çökmüşlerdi. bir insanı mezarlığa yakıştırmak ne kadar can sıkıcı gelse de bunu ben seçmemiştim.
yeşil tabaka artık tüm taşı kaplamıştı. bu şaşılacak şey değildi benim için. o kadar fazlalarını gördüm ki bu taşların. nedendir bilmiyorum taşın başında dikilen biri vardı. ve onun elleri burda doğmuşcasına soğuk görünüyordu. bu samimiyetsiz yakıştırmaları biraz yersiz bulsam da gerçek olana karşı gelemezdim. kafasını kaldırdı. ağlamak ve keder yüzyıldır maske gibi yüzüne çökmüştü sanki. bu yüzün yeni doğmuş bir bebek kadar taze olduğu zamanları serdi aklım bana. Onu tanımıştım. Yılların üzerini örttüğü o kasabadan gelmişti. bakışmamız uzadıkça uzuyordu ancak onun gözlerinden birer birer inci gibi dökülen yaşlar durmadı.
“Alekai” dedim.
anında pişman oldum. bu ismi anmak beni de onun gibi mezar taşının önüne çökme isteğine boğdu. her harf için birkaç ömür bekledim sanki orada.
o da benim adımı söyledi.
kafasını çevirdi. yosunları yırtıp atarcasına taşı sildi.
üçüncü isim aramızda belirdi.
Claire. Mezar taşına yakışmayan masum bir isimdi bu.
“geç bile kalmıştın” dedi Alek.
“belki de ben senden kaçıyordum. artık ne hissettiğimden emin olamıyorum.”
mezar taşını aynı Claire’in saçını okşadığı gibi severken söyledi. bir itiraf attı sanki önüme.Bunca sene sonra Alekai ile bu mezar taşının önünde buluşacağımızı nasıl bilebilirdim? Üstelik Alekai de benim gibiydi. Sonsuzluğun laneti binmişti omuzlarına.
********
çay bardağının kenarlarında parmaklarını gezdirdi. reyhanın kokusu onun pis kokusuyla sarmaşdolaştı. onu öldürmem için yalvarmasının üzerinden birkaç saat geçmişti sanırsam. perdeleri çektim ve ona baktım. Alek öyle yavaş davranıyordu ki benim bile sabrım sınanma noktasına gelmişti.
çayı iğrenerek kokladı. sonunda bi yudum almayı başardı.
“koltuğunu kirletiyo olabilirim.” dedi yüzünü ekşittiği sırada.
“ceketini çıkarabilirsin.” diye önerdim. kafasını hızla iki yana salladı.
“üşüyorum ben.”
saate baktım. Risan ve editörü gelmek üzere olmalılardı.
“Alekai.” Ona mesafeli bi şekilde önünde durdum. “salonda oturduğun sürece burda olmanda sakınca yok. kaçıp gitmek istersen de lütfen ana kapıyı kullanma.”
gözlerini kısarak bana baktı. çaydan yükselen duman gözlerini dalgalandırıyordu. cevap vermeyeceğine emin oldum ve salonun kapısını kapatıp çıktım. belki de mühürlemeliydim ama bi misafire tavrım hiç bu olmamıştı.
toplantı başladı ve Risan’ın taslağını hızlıca inceledim. onlara da çay koydum. tüm çaydanlık bitene kadar içtik. küçük masa ışıkları yandı ve evin akşamüzeri sessizliği yavaşta kutusundan çıkıp dağıldı. editörün yüzündeki tatmin gittikçe yerini yorgunluğa bıraktı.
“yarın devam edebiliriz isterseniz, bayağı bir yol kat ettik.”
editör mırıldandı ama cevabı Risan’a bıraktı. kızın utangaç gözleri ikimiz üzerinde de gezdi.
“tabii çok teşekkürler bugünki emekleriniz için.” dedi ve kalktı
fısıldayarak ona eğildim.
“bu adam sana uygun bir editör değil.”
Risan’ın gözleri kocaman oldu. tebessüm etmeyi denedi , mahçup bi şekilde gülümsedi çantasını aldı ve aynı hızla editörü koridorda yakaladı. giyindikten sonra adam yalnızca kafasını eğerek veda etti.
“çay için teşekkürler.” Risan da adamı taklit ederek veda etti ve evi terk ettiler.
salonun kapısının aralık olduğunu fark ettim. içerinin ışığı bir alçalıp bir yükselerek koridorun fayansına sürtüyordu. içeri girdiğimde odanın sıcaklığı beni nerdeyse şok etti.
cayır cayır yanan şöminenin önüne çekilmiş tekli koltuğun üstünde ilk halinden daha da pis halde Alekai uyuyordu. en azından güzel taklit yapıyordu.
koltuğun arkasında durdum.
“şömineyi herhalde bayadır kullanmıyordun.” dedi aniden. gözlerini açmamışto ve hala uyuyan bi çocuk gibi nefesi yavaştı. “temizlemek uzun sürdü.”
yüzü nerdeyse simsiyahtı.
2.demlik çayı taslağı tekrar okurken tek başıma içtim. arkama yaslanıp odaklandığımda Alek’in saçından damlayarak küvetteki pis suya karışan tok sesi duyabiliyordum. kaç dakikadır orda öyle hareketsiz duruyordu artık saymayı bıraktım.
Risan’ın imzasının üzerinde elimi gezdirdim. sonra aniden Alek’in duştan kalktığını duymamla irkildim. ona koyduğum kıyafetleri giymiş bi şekilde çalışma odasının kapalı kapısının ardında durdu.
“hey.” dedim sessizce. sayfaları masada ittirdim. sadece öyle ruh gibi durması beni germiyordu ama varlığını bir an hissedemiyor gibi olmak beni kendimle ilgili şüpheye düşürüyordu. o kadar sabit ve sessizdi ki sabah ağladığı hali benim hayal dünyamda parçalanmaya başlamıştı. sanki hiçbir his vücudundan geçmiyordu. ve bana da ulaşmıyordu.
belki de bu yüzden onun da benim gibi ölümsüz olduğunu o eski zamanlarda anlamamıştım.